Transatlantik: Yeni çözüm süreci tartışmalarının neresindeyiz? | Suriye'de HTŞ yönetiminde bir ay

08.01.2025 medyascope.tv

8 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. 2025'in ilk ‘Transatlantik programıyla karşınızdayız. Maalesef bugün Gönül Tol aramızda olamadı çünkü orayı kar kaplamış ve Gönül işe yetişmekte bayağı zorluk çekmiş. Biz de işsiz bir adam olarak Ömer Taşpınar ile konuşalım. Ömer, öncelikle iyi yıllar. Siz yakında Trump'ı ağırlayacaksınız, daha doğrusu Trump Amerika'nın başına geçecek ama dünyanın başına geçecekmiş gibi davranıyor. Dünkü basın toplantısında yine dünyanın dört bir tarafı hakkında epeyce bir şeyler söylemiş. Bizi daha çok ilgilendiren kısmı Suriye, kısmen Irak ve bir ölçüde Gazze. Ama Trump Panama ve Grönland’la ilgili de konuşmuş. Kanada'da hazır başbakan istifa etmişken onu da eyalet yapıyor mu?
Ömer Taşpınar: Evet, Kanada'yı da ilhak etmek istiyor. Gönül işe gitti, “Ben de işsizim” dedim. Küçük bir hatırlatma yapayım; izleyiciler bana bazen gazeteci muamelesi yapıyor, aslında ben de akademisyenim; durumları gazeteci olarak takip etmiyorum ve derslerden fırsat buldukça, Amerikan dış politikası konusunda analiz yapmaya çalışıyorum. Buradaki hava şöyle: Trump daha göreve gelmeden tehditler savurmaya başladı. Bir hafta sonra, göreve başlayacak. Devir teslim töreni 20 Ocak’ta. Fakat şimdiden, garip, başıbozuk, her tarafa gidebilen basın toplantılarıyla, Biden'dan çok farklı bir döneme girdiğimizin sinyallerini veriyor zaten. Basınla konuşmaya meraklı. Basın Florida'ya, Mar-a-Lago’daki malikanesine gidiyor. Orası bir golf kulübü, ilginç bir yer aslında. Ben de bir keresinde bir konuşma yapmak için gitmiştim. Bazen orada odalar kiralanabiliyor, farklı kuruluşlar toplantılar yapabiliyor. Trump orada yaşıyor ve basın oraya gidiyor. Bu arada dünyadan birçok başbakan da oraya gitti. Mesela geçen hafta, zannediyorum İtalya Başbakanı Giorgia Meloni resmi olmayan bir ziyarette bulundu ve birlikte akşam yemeği yediler. Trump şimdiden dünya liderleriyle orada temaslara başladı. Hatta bir söylentiye göre, Çin Başkanı Şi Cinping’i 20 Ocak’taki Washington'daki devir teslim törenine davet etmiş; orada önemli bir konuşma yapacak. Dolayısıyla Trump dönemi hızlı başladı.
Trump, özellikle dış politikada tehditler savuruyor. Literatürde, Nixon döneminden kalma “deli adam teorisi’’ denilen bir teori var. Vietnam Savaşı döneminde, Nixon’ın zaman zaman Kissinger’la beraber kullandığı bir metottu bu. Trump da bu taktikle, kendisinin, her an bir çılgınlık, bir delilik yapabilecek potansiyelde olduğunu göstererek, karşısındakini bir şekilde dengesiz hâle getiriyor. Yani Amerikan dış politikası nereye gidebilir, şu anda bilinmiyor ve herkes endişe ve merakla bekliyor. Tabii bu tehditlerin bir kısmı anlamsız. Mesela Kanada'ya savurduğu tehdit. Kanada'yla bir ticaret savaşı başlayacak ama Kanada ile ticaret Amerika'nın aleyhine. Kanada bu ticaretten kâr ediyor, çünkü doğal kaynakları Amerika’ya oranla biraz daha fazla. Amerika’ya bir sürü doğal kaynak sunuyor, bunların başında petrol de var. Trump bunlar nedeniyle şikayetçi. Biliyorsun Trump son derece merkantilist bir adam. Meksika'ya karşı da merkantilist. Bu ticaret savaşlarını zaten başlatacağı biliniyordu. Ama son zamanlarda Kanada'ya karşı da “Sizi ilhak ederim” gibi fantezi ve hiç gerçekleşmeyecek tehditlerde de bulunmaya başladı.
Panama Kanalı konusu çok ilginç. Bugün bütün Amerikan basını bunu konuşuyor. Trump “Panama Kanalı aslında bizim. Orayı biz yaptık ve şu anda Çin'in elinde” diyor, ki bu bütünüyle yalan; yine bir dezenformasyon var. Panama Kanalı Çin'in elinde değil. Evet, Panama Kanalı’nı Amerika yaptı ama sonra uzun süre kiraladı. 1977'de Carter döneminde Panama'ya geri verildi. Panama, Amerika'dan bir ücret alıyor, Trump o ücretin çok yüksek olduğu söylüyor ve Panama Kanalı’nı Çin'in işlettiğini söylüyor. O nedenle “Bizim o kanalı geri almamız lazım, vermezlerse orayı ilhak ederiz. Zaten küçücük bir ülke” diyor. Meksika Körfezi konusunda da birtakım laflar etti: ‘’Meksika Körfezi’nin adı yanlış, oranın adı Amerika Körfezi olmalı. Bunun adını ben Amerika Körfezi olarak değiştiriyorum” dedi. Böyle tuhaf bir basın toplantısı yaptı. Türkiye'yi ilgilendirmeyen kısımlar aslında daha ilginçti.
Türkiye'yi ilgilendiren Ortadoğu konularına gelirsek, aslında o konuda çok ilginç bir şeyler söylemedi. Ama bildiğim kadarıyla, askerlerden birtakım özet bilgiler almaya başlamış. Ortadoğu gibi önemli bir bölgede o kadar rahat tehditler savuramıyor. Askerlerden aldığı bilgilerde mesela Irak'ın çok önemli olduğu konusu. Türkiye'yi en çok ilgilendiren kısmı Erdoğan'a yaptığı övgüler değil, onları biliyoruz. Erdoğan'ı zaten övüyor. Suriye konusunda da topu hemen Türkiye'ye çevirip Erdoğan'dan bahsetmeye başlıyor. Bunu da gördük, daha önce de yaptı. Fakat bana göre Ankara'yı asıl ilgilendirmesi gereken şey şu: Trump Irak'tan kolay kolay çıkmayacak gibi geliyor bana. Her ne kadar şu anda çıkmaktan bahsediyor olsa da muhtemelen Pentagon bürokrasisi kendisine, Irak’ın şu ânda İran için çok önemli olduğunun bilgisini vermiştir. Biliyorsun, İran zayıflamış bir dönemde; Hamas'ı kaybetti sayılır, Hizbullah'ı, Suriye'yi kaybetti. Dolayısıyla şu anda İran Irak'a asılacaktır. Trump “Irak bizim için çok önem kazanıyor” mesajını almış durumda. O nedenle, askerler Trump'ı, Ortadoğu'dan, özellikle Irak'tan hemen çıkmama konusunda şimdiden hazırlıyorlar. Bence ABD Irak'tan çıkmayacağı gibi Suriye'den de kolay kolay çıkmayacak. Çünkü askerlerin gözünde iki tehdit var. Bir tanesi İran. Tabii ki İran şu anda Irak'a Haşdi Şabi ve Irak'taki Şii milisler nedeniyle yükleniyor, asılıyor. Çünkü direniş ekseninden, elinde bir Yemen'de Husiler, bir de Irak'ta bu Haşdi Şabi kaldı. İran, bir şekilde İsrail'e baskı kurabilecek ve hâlâ bölgesel bir güç olduğunu kanıtlayabilecekse, bunu ancak Yemen ve Irak üzerinden yapma yeteneğine sahip çünkü elinde artık bir onlar kaldı. Askerler de bunun farkında. O nedenle askerler Irak'tan hemen 2025'te çıkıp 2,500 askerimizin tamamını çekmeyelim bilgisini vermiş olabilirler. Trump bu konuda çok renk vermiyor ama askeri okulda ders veren bir akademisyen olarak, benim tahminim bu yönde.

Ruşen Çakır: Ömer, Irak meselesi gerçekten Türkiye'yi de çok ilgilendiriyor. Çünkü Amerika, Irak'ta dengeleri yeniden kurmaya, İran’ı zayıflatmaya kalkarsa, herhalde orada ilk aklına gelen müttefik, öncelikle Kürtler olacak. Bu da bizi doğrudan ilgilendiren bir kısım. Haşdi Şabi konusunu zaten bayağı dile getiriyor. Anladığım kadarıyla Trump, Gazze'deki rehineler konusunda da çok net. Göreve başlamadan, bütün rehinelerin bırakılmış olması talimatını verdi, ‘’aksi takdirde orası cehennem olur” diye tehdit etti.
Ömer Taşpınar: Evet, o konuda da ‘’Hamas'ı yerle bir ederim, mahvederim” diye müthiş bir tehdit savurdu. Sanki mahvedecek bir yeri kaldı Hamas'ın. Sanki Hamas hâlâ orada ayakta duruyor da yıkılacak bir bina kalmış da… Tabii buradaki amaç, Hamas'ın elindeki rehineleri kurtarmak, bir an evvel o konuda baskı yapmak ve kendisi göreve başladığında, asıl odaklanmak istediği, İsrail'le Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeyi tamamlamak. Bunu zaten çok sık dile getiriyor. Dış politika danışmanları da bunu elde edilebilecek bir zafer olarak görüyorlar. Trump yönetimi için 2025 yılında Ortadoğu'daki en önemli proje, İsrail'le Suudi Arabistan arasında bir normalleşmeyi sağlamak. Bunu sağlamak için de Filistin konusunda belirli bir ilerleme kaydetmek gerekiyor. Çünkü Suudi Arabistan'ın şartlarından bir tanesi de bu. Suudi Arabistan, Muhammed bin Salman, daha önceki İbrahim Anlaşmaları’ndan farklı olarak ‘’iki devletli çözüm’’ diye bir şey masaya koydu. Ama dikkatli okuduğunda, ‘’iki devletli çözüm’’ demiyor, iki devletli çözüme doğru gidecek bir diplomatik yoldan bahsediyor, ‘’o yolun açılması gerekiyor” diyor. Dolayısıyla Trump'ın şimdi yapması gereken, Gazze'deki bu savaşı bitirip, İsrail'e zaferi ilan ettirip, “Hadi bakalım şimdi Filistin konusunda bir diplomasiye dönelim” demek. Daha önce de bu programda söylemiştim: Bu, 90'lı yıllardaki ‘’Oslo Barış Süreci gibi bir süreç başlatalım’’ demek. Bu, muhtemelen kozmetik bir süreç olacak çünkü şu anda iki devletli bir çözüm için İsrail'deki şartlar hiç uygun değil. Zaten Filistin konusunda bir liderlik yok ama bu konuda Suudi Arabistan'ın bir siyasi iradesi var ve kozmetik de olsa bir diplomatik süreç başlayacak. Bu kozmetik süreci başlatmak için de savaşın bitmesi gerekiyor. O nedenle Trump, onun zeminini hazırlamaya çalışıyor.

Ruşen Çakır: Suriye konusuna pe değinmediğini söyledin. İstersen Suriye'yi biz konuşalım. Ahmet eş-Şara, eski adıyla Colani ya da Golani iktidarda. Bununla ilgili birtakım şikâyetler ve gelişmeler var. Özellikle Dışişleri Bakanı’nın ilk iş olarak Körfez ülkelerine ve Ürdün'e gitmesi önemli. Dolayısıyla orada bir para meselesi var. Katar, özellikle memurların maaşlarının ödenmesi gibi hususlar için acil yardım paketi gibi epeyce büyük bir miktar bir finansman sağlayacakmış. Körfez ülkeleri, Arap dünyasının bu isimleri -Mısır bu konuda daha mesafeli anlaşılan- bir anlamda Türkiye'nin gücünden mi rahatsız oluyorlar yoksa Türkiye, Suudi Arabistan'la daha koordineli mi gidiyor, ne dersin?
Ömer Taşpınar: Türkiye'nin gücünden rahatsız oldukları malum. Türkiye'nin Suriye üzerindeki gücü şu anda bütün dünya tarafından kabul edilen bir durum. İran ve Rusya'nın yerine, Suriye'de artık Türkiye güçlü. ‘’Yeni Suriye'de en etkili ülke kimdir?’’ sorusuna herkes bir ağızdan “Türkiye” cevabını veriyor. Başta Trump bu cevabı veriyor. Fakat özellikle Körfez'de ve Mısır'da, bu yeni rejimin Selefi, İslamcı geçmişi nedeniyle endişeler var. HTŞ lideri Ahmet eş-Şara’nın cihadist ve son derece radikal bir geçmişi var. HTŞ hâlâ terör listesinde. Belki Amerika tarafından şartlı ve kademeli bir şekilde terör listesinden çıkarılacak, onu da belirteyim. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nda o konuda çalışmalar yapılıyor. Çünkü Amerika'nın elindeki en büyük manevra, en büyük etkileme unsuru ve aracı, ekonomik yaptırımların kaldırılması. Onun kaldırılması için de terörizm listesinden çıkarılması gerekiyor. Onun ilk aşaması fidyenin kaldırılmasıydı. Üzerinde 10 milyon dolarlık bir fidye vardı. Ortadoğu’daki bu müesses nizam, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin gözünde, şu anda Suriye'deki rejimin daha ılımlısı Müslüman Kardeşler bile terör örgütü olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla HTŞ’nin, Ahmet eş-Şara’nın, Dışişleri Bakanı’nın şu anda yapması gereken, bu ülkelere giderek, bu rejimin radikal İslamcı bir rejim olmadığını kanıtlamak. Bunlar radikalleşmeden uzaklaşırlarsa, merkeze gelirlerse, bana göre ancak Müslüman Kardeşler çizgisine gelirler. Müslüman Kardeşler çizgisinden sonra Türkiye'deki gibi demokratik muhafazakârlık gibi bir söylem içine gireceklerini tahmin etmiyorum. Gelebilecekleri en iyi nokta Müslüman Kardeşler çizgisi. Bu bile Muhammed bin Salman'ı, Muhammed bin Zeyd'i ve bölgeyi rahatsız eden bir konum. Ama bu gerçekle karşı karşıyalar ve dış politikada da ideallerden çok gerçeklerle hareket ediyorsunuz.
Suriye çok önemli bir ülke, Ahmet eş-Şara ile çalışacaklar. Önlerinde 3 yıllık bir geçiş dönemi olacağa benziyor. Uzun dönemde, daha ılımlı, daha az İslamcı kimliği olan, daha merkezde siyasi partiler oluşacağını ve onların iktidara geleceğini ümit edecekler. Ama gerçek şu ki, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, önümüzdeki 3 yıl boyunca, en iyi ihtimalle Müslüman Kardeşler’e doğru evrilebilecek bir hareketle karşı karşıya.

Ruşen Çakır: Peki Kürtler konusu ne oluyor. Geçenlerde Macron çok net bir şekilde “Kürtleri kesinlikle yalnız bırakmayacağız” dedi. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Ahmed ile telefonda görüştü. Bu, medyada haber oldu. Trump'ın ne yapacağı tam belli değil, ama sürekli Erdoğan övüyor. Türkiye'de de en son Hakan Fidan dün CNN yayınında ültimatomu tekrarladı. Önce Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi. Hakan Fidan da doğrudan “Eğer gitmezlerse askerî harekât” diye açık açık söyledi. Dananın kuyruğu sanki biraz orada kopacak gibi ve ilginç bir şekilde burada HTŞ ya da Ahmet eş-Şara’nın ne dediği çok da fazla önemli değilmiş gibi duruyor. Onlar da tabii ki silahlarından arınmış bir SDG/YPG’yi, kendilerine bağlanmış bir yapıyı tercih ediyorlar ama onların dayatma imkânları yok. Hakan Fidan'ın söylediğini, eş-Şara kalkıp söyleyemiyor, öyle değil mi? “Eğer silahlarını bırakmazsa bir gece anızın gelebiliriz” diyemiyor.
Ömer Taşpınar: Diyemiyor. Şu aşamada, söylenenlerin pek bir önemi yok gibi. Erdoğan'ın söylediğinin de çok fazla bir kıymeti harbiyesi yok. Kimse kusura bakmasın ama “Bir gece ansızın gelebiliriz” söylemi çok kullanılan ve artık inandırıcılığı da ortadan kalkmış bir formül. Türkiye bu söylemi Atina için bile birkaç kez kullandı. Erdoğan'ın kullandığı bu söylem, tıpkı Trump'ın “Panama'yı alırız” demesi kadar gerçekçi. Türkiye tabii ki askeri gücü olan ve bir şeyler yapabilecek bir ülke, ama daha henüz bekleme dönemindeyiz. Biraz sabırlı olup önümüzdeki 6-7 ayın nasıl gelişeceğini görmemiz lazım. Şu anda Ahmet eş-Şara için en önemli mesele, maaşların nasıl ödeneceği, çöplerin nasıl toplanacağı, bu yeni rejimin halka hizmet sunabildiğini gösterebilmesi. Bunun için de kapasite ve para gerekiyor. Kapasite, kendi işleri. Orada ılımlı olduğunu göstermekten çok, iş yapabildiğini, iş bitirebildiğini, devlet hizmetlerin hâlâ devam edebildiğini gösteren bir bürokratik hizmet yapısına önem vermek zorunda. Bunları yapmak için maaşların ödenmesi gerek. Maaşlar nereden ödenecek, para nereden gelecek?
Az önce de bu konudan söz ediyordum onu bitireyim: Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri para musluklarını açma konusunda tereddütlü. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri çok tereddütlü. Çünkü ellerindeki en büyük silah bu. Ama Körfez’de rahatsız oldukları bir ülke var; o da Katar. Katar para musluklarını açma konusunda hiç tereddütlü değil. Zaten muslukları açmış durumda, daha da fazlasını vermek istiyor. Şu anda ülkeye kısa dönemde hibe şeklinde bir para gelecekse, büyük oranda Katar'dan gelebilir. Katar zaten, Müslüman Kardeşler, El Cezire ve genelde değişim konusundaki farklı paradigmadaki yeri nedeniyle hem Türkiye’ye hem eş-Şara’ya yakın. Ama uzun dönemde, ekonomik yardımla bu işler yürümez; ülkenin yatırıma açılması gerekecek. Bunun için de Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ya da Amerika’dan, Batı’dan gelecek paralar için, bunların, terörizm ve eski rejim konusundaki yaptırımlarını kaldırmaları gerekiyor. Çünkü Batı’nın elinde şu anda güçlü bir koz var. Batı’nın elindeki kozu kullanma kriteri nedir? Bu yaptırımları ne zaman kaldırırlar, bu yeni hükümete, yeni rejime nasıl sıcak bakarlar? Bunun turnusol kağıtlarından bir tanesi de Kürtler, Kürtlerle nasıl bir ilişki kuracağı. Fransa, Avrupa Birliği ve Amerika, Kürtlere çok hassas yaklaşıyor. Çünkü Kürtleri IŞİD'le mücadelenin garantörü olarak görüyorlar. Türkiye bunu hep yanlış anlıyor. Orada bir Kürdistan kurdurma projesi olduğunu zannediyorlar. O Kürdistan kurdurma projesi, Türkiye'nin en büyük endişesi, anlıyorum. Türkiye’nin bu konuda Sevr’e kadar giden, Batıyla ilgili bir travması var. Ama şu anda Batının gözündeki mesele, orada bir Kürt Devleti kurdurmak değil, IŞİD'le mücadelenin nasıl devam edeceği. Bu konuda, özellikle hapishaneler, güneydeki çöl bölgelerinde elinde bulundurduğu yerler. Bu konudaki mücadeleyi en yetkin bir şekilde yapan gene Kürtler, elinde ciddi bir ordusu olan YPG. Dolayısıyla YPG'nin silah bırakırsa IŞİD’le kim mücadele edecek? Orada HTŞ’nin bir kapasitesi var mı, mücadele edebilecek kaç askeri var? Amerika buna bakıyor. Toparlamak gerekirse, Amerika'nın istediği şey, orada Kürtlerin hâlâ ellerinde silah tutabilecekleri, iş görebilecekleri bir yapıda olması. Burada federasyon mu olur, nasıl olur, o çok önemli değil. Önemli olan, orada iş görebilecek bir askerin olması. Eğer bu kapasiteyi HTŞ yerine getiriyorsa getirsin tabii, ama getiremez. HTŞ zaten elindeki toprakları yönetmekte zorlanıyor.

Ruşen Çakır: Biliyorsun, orada Kürtlerin durumunun ne olacağını Öcalan tasarlıyor. ‘’İmralı Heyeti’’ olarak adlandırılan Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan'ın, Öcalan'la yaptığı konuşmaların temelinde, epeyce önemli bir yerinde, Suriye meselesi var. Hatta bir iddiaya göre de buradaki temaslarını bitirdikten sonra, Suriye’deki SDG yöneticilerine Öcalan'ın mesajlarını götürecekleri söyleniyor. Türkiye'deki ‘’yeni çözüm sürecinin’’ -artık adını böyle koyduk, en azından ben böyle diyorum, birçok kişi de böyle söylüyor- en önemli ayağı Suriye olacağa benziyor. Ama nasıl bir formül üzerinde konuşuluyor, Öcalan ne öneriyor, Ankara buna sıcak bakıyor mu, anlaşma oldu mu, bunları hâlâ bilmiyoruz. Bunlar zamanla ortaya çıkacak. Ama şu anda bayağı faaliyet var. İYİ Parti'nin protestosu dışında, Meclisteki partilerin hepsi kabul etti. CHP ile uzunca görüşüldü. Sen, Bahçeli bu çağrıyı başlattığı zaman, bunun, daha çok iç siyasete yönelik bir plan olduğunu düşündüğünü söylemiştin, ama şimdi bir şeyler başladı. Az da olsa açıklamalar yapılıyor. Mesela Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder bu sefer çok daha umutlu olduklarını söylüyorlar. Görüşlerin yenilendi mi yoksa hâlâ aynı mı düşünüyorsun?
Ömer Taşpınar: Aynı düşünmüyorum Ruşen. Şartlar değişince görüşlerimizi de değiştirmek zorundayız. Şartlar değişti. Öcalan meselesi açıldığında ve Bahçeli bu çıkışları yaptığında, Suriye'de Esad vardı ve kimse Esad'ın bu kadar çabuk gideceğini de hesaplamıyordu. Sınırlar değişecek, Ortadoğu'da büyük bir dalga geliyor’’ derken, Erdoğan'ın da Bahçeli'nin de kullandığı söylem, bana göre daha çok İsrail'den gelen bir tehdit söylemiydi. ‘’İsrail İran'daki rejimi bile değiştirebilir. Bölgedeki sınırları değiştiriyor’’ söylemini ciddiye almıyordum. ‘’Dinamik dışarıdan mı geliyor içeriden mi geliyor?’’ tartışmasında tabii ki içeriden geliyor.  Ben bunu, içeride, Erdoğan'ın Anayasa’yı değiştirmek, Kürtleri de arkasına alıp bir şekilde kendini ‘’ebedi başkan’’ seçtirmek için bir projesi olarak görmüştüm. Tabii biz devletin içinde değiliz, istihbaratı bilmiyoruz. Ama sonra anladık ki, aslında bu HTŞ kampanyası, Halep'i alacağı, buna başlayacakları, iyi kötü zaten belliymiş. Herhalde MİT bunları biliyordu. HTŞ’nin Halep taarruzu Ekim ayında başlayacakken, MİT, “Yapmayın, bekleyin” demiş. Dolayısıyla, Devlet Bahçeli'nin de, Erdoğan'ın da Suriye'de olabilecekler konusunda zaten bir fikir varmış. Ben şimdi buna hazırlık olarak görüyorum. Her şeyden önce artık dış dinamiklerin önemli olduğunu düşünüyorum. 
Evet, Öcalan açılımında dış dinamikler çok önemliymiş. Çünkü içeride bunu gerektirecek bir şey yok, içeride bir PKK tehdidi kalmadı. Türkiye'nin elindeki SİHA ve İHA’lar sayesinde, içerideki PKK tehdidi bertaraf edildi. Irak'a da Türkiye çok sık taarruz yapabiliyor. İçeride kanlı ve ciddi bir terörizm yokken, Kürt meselesiyle ilgili masaya oturmayı ve Öcalan'ı hapisten çıkarmayı, ancak iç dinamiklerle açıklayabiliyordum, dışarıdan gelen bir şey yokken. Ama bugün Suriye'ye baktığımızda, anlıyorum ki aslında Türkiye'nin yaptığı hazırlık, bir yandan da aslında YPG'yi silahsızlandırma, Suriye'deki Kürt meselesini bertaraf ve nötralize etme meselesiymiş. Şu anda bunun dış politika ayağı çok önemli. Erdoğan için iç politika ayağı hâlâ önemli. DEM Parti’yi arkasına alma ve parlamento aritmetiğinde referanduma götürme, Anayasa’yı değiştirme hesapları hâlâ baki. Bunlar Erdoğan için hâlâ önemli. Ama dış politika ayağı ve Türkiye'nin şu anda hâlâ ayağına dolanmış olduğu YPG, Suriye'deki Kürtler meselesini bertaraf etmek de çok önemli. O nedenle şu anda Öcalan projesi, Öcalan'ı çıkarıp, bir şekilde YPG üzerinde baskı kurmasını sağlamak ve YPG'nin silahsızlanmasını ümit etmek. ‘’Bu olur mu olmaz mı?’’ dışarıda da çok takip edilen ve bize sorulan bir soru. Öcalan önümüzdeki haftalarda bir gün hapisten çıkıp, “Silahları bırakın, PKK olarak biz artık silahsız bir siyasi çözüm arıyoruz” dediğinde, YPG’den Mazlum Abdi “Emret komutanım!” diyecek mi? Silahlarını bırakacak mı? Bu, bana göre çok gerçekçi değil. Ortadaki şartları görmek gerekecek. Karşılığında ne verilecek? Bu bir Suriye dinamiği, Türkiye dinamiği değil. Ahmet eş-Şara ile Mazlum Abdi (Kobani), YPG ile HTŞ arasındaki bir pazarlık da çok önemli. Bu sadece Türkiye'den gelecek baskıyla halledilebilecek bir mesele değil.

Ruşen Çakır: Türkiye'nin yeni yönetim üzerindeki gücü hesaba katılıp ve Türkiye'nin eş-Şara’yı, Ankara'nın razı olduğu, Kürtlere yönelik bir çözüme ikna edebileceğini varsayıyoruz.
Ömer Taşpınar: Burada Batı’yı da önemsiyorum. Batı’nın Suriye’de istediği şeyler de Türkiye'nin istediği şeyler değil.

Ruşen Çakır: Bir iki not düşeyim; daha önce konuşmuş olabiliriz. Mazlum Abdi bir dönem PKK'nın Avrupa sorumlusuydu.
Ömer Taşpınar: Evet.

Ruşen Çakır: Hatta ilk çözüm süreci girişimlerinden birisi yapılırken, orada aktör olarak bulunmuştu. Onun bildiği işler bunlar. Öcalan Şam'dayken onunla fotoğrafları var biliyorsun. Öcalan'ın ona etkisinin, Kandil’e etkisinden daha güçlü olduğunu düşünebiliriz. İçeride olup bitenleri izliyorsundur, pek açıklama yapılmıyor ama yine de bir tansiyon var ve Bahçeli'nin duruşu değişmiyor. Bazı ülkücüler Bahçeli’ye çok sert çıkıyorlar. En son bugün Müsavat Dervişoğlu yeni çözüm süreciyle ilgili Bahçeli’ye “Biz seni kimlerin topaç gibi çevirdiğini biliyoruz” diyor, ne demekse artık. İç dengeler anlamında baktığında, geçen seferki çözüm süreci olmadı. Geçen sefer, daha çok, içerideki bir motivasyonla yapılmak istenip, içeriden çöken bir süreçti. Şimdi dış ayağı daha güçlü, ama Meclis’te destek bulması ve birtakım yasal düzenlemeler gerekecek. Bu sana gerçekleşebilir gibi geliyor mu? Çok zor olduğu kesin tabii.
Ömer Taşpınar: 2014'teki süreci diyorsun, değil mi Ruşen? O süreç, dediğin gibi iç dinamiklerle başlamıştı. Fakat bana göre Rojava nedeniyle de ciddi bir sekteye uğramıştı. Demirtaş Washington'a geldiğinde, Rojava'nın öneminden bahsediyordu. Çok bariz bir şekilde şöyle bir gerçek var: Türkiye’nin, Kürt meselesinden daha endişeli olduğu bir konu varsa, arkasında Amerika olan bir Kürt meselesidir. Bu, Türkiye'nin bütün tarihsel korkularını, travmalarını geri getiren, ta İmparatorluğun çöküşüne kadar giden, o ‘’dış mihraklar’’ meselesi, bugün bile okumalar yaparken İngiltere'den bahsedilmesi, sürekli olarak Amerika'nın rolünün en ön plana getirilmesi ve yerel aktörlere fazla prim verilmemesi, hep bu tarihsel okuma nedeniyle. ‘’Bu sınırları Amerika, İngiltere ve Fransa çizdi. Bu sınırlar bugün gene onlar tarafından değiştiriliyor, gene onlar tarafından oynanan büyük bir oyun var. Bir üst akıl, Türkiye'yi de yönetiyor, orayı da yönetiyor, İsrail zaten bunun içinde.’’ Bu 19. yüzyıl büyük oyunu, Doğu sorununun bir bakış açısı. Şimdi burada yerel aktörlere fazla bir rol yok.
Ama bana göre olayın şöyle değerlendirilmesi gerekiyor: Bu analizlerde gerçekten de denge gerekiyor, Dış dinamikler de iç dinamikler de çok önemli. Geçen sefer bu sürecin çökmesinde, Amerika'nın Rojava'da YPG'ye verdiği destek nedeniyle Türkiye’nin yaşadığı korku, büyük bir faktördü. Bugün bu sürecin başarılı olması için de Amerika'nın buradan çıkması gerekiyor aslında. Çünkü Kürtlerin silah bırakması, ancak ve ancak arkalarında hiçbir güç olmadıklarını hissettiklerinde olacaktır. Devlet bunu böyle hesaplıyor. ‘’Bunların arkasında Amerika olduğu sürece silah bırakmayabilirler; abilerine, amcalarına, dayılarına, Batı’ya güvenirler. Biz eğer Amerika'yı buradan çıkarabilirsek, Kürtler de bizimle yaşamak zorunda kalacaklar…’’ 
Şunu hatırlayalım Ruşen, bu çok önemli: 2008'de Obama geldiğinde “Ben Irak'tan çıkıyorum” dedi ve Irak'tan çıkma yönünde gerçekten ciddi adımlar attı. İşte o zaman Türkiye Erbil'i tanıdı. Amerika çıkmaya karar verdiği için, Obama kazandığı için ve Kürtler yalnız kaldığı için, Türkiye o zaman hem Talabani'ye hem Barzani'ye iyice angaje oldu. Aydın Selcen Erbil Başkonsolosuydu, bu konuları iyi bilir. Obama gelmeseydi, Amerika Irak'tan çıkmaya karar vermeseydi, o seçimleri Obama değil John McCain kazansaydı ve Amerika Kuzey Irak'a daimî askeri üsler kurmaya karar verseydi, Türkiye acaba Erbil'de konsolosluk açar mıydı? Stratejik ilişkileri bu kadar derinleştirir miydi?

Ruşen Çakır: Biliyorsun, dün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başbakanı Masrur Barzani tam bu tartışmaların ortasında Türkiye'ye geldi. Önce Hakan Fidan'la, sonra Erdoğan'la görüştü. Zaten onların desteğiyle Türkiye Irak'ın kuzeyinde çok ciddi operasyonlar yapıyor. Suriye Kürtleri dendiği zaman, bir dönem Barzani ve Talabani'ye ama özellikle Barzani'ye yönelik Türkiye'de çok büyük bir aşağılama ve kötüleme vardı. Uzun bir süre böyle gitti, ama sonra Türkiye'nin bölgedeki en yakın müttefiklerinden birisi haline geldi. Burada da benzer bir olay olabilir. Ama söylediğin Amerika'nın devre dışı kalması meselesi olayı çok önemli.
Ömer Taşpınar: Amerika'nın çıkması Türkiye'yi rahatlattı. Şunu söylemeye çalışıyorum; Türkiye, Amerika’sız kalan Kürtlerle çok daha rahat ilişki kurabiliyor.

Ruşen Çakır: Tabii çünkü meşrû oluyor.
Ömer Taşpınar: Meşrû oluyor, masaya daha güçlü geliyor. Kürtler, daha doğrusu YPG, Amerika'nın ipiyle kuyuya inemeyeceğini, bir şekilde Türkiye dışında bir çıkış kapısı kalmayacağını anlayacak. Türkiye YPG’nin kendisine muhtaç olmasını istiyor. Abdullah Öcalan şu anda hapisten çıkmak için Türkiye'ye ne kadar muhtaçsa, YPG de yaşamak için o kadar Türkiye'ye muhtaç olsun istiyor. Bu yüzden bu denklemden Amerika'yı çıkarmak gerekiyor. O nedenle Amerika'nın çıkması çok önemli. Amerika da Kürtlerin orada bir katliama uğramayacağına, Türkiye tarafından yok edilmeyeceğine inanırsa, çıkar. Bunun için Türkiye'de bir barış süreci gerekli, değil mi? Aslında taşlar bu şekilde yerine oturabiliyor.

Ruşen Çakır: Kendi Kürtlüğü ile barışan Türkiye'nin, Suriye'deki Kürtlerle barışması.
Ömer Taşpınar: Ben Amerikalı askerlere okulda ders veriyorum. ‘’Bu sorun nasıl çözülür?’’ diye sorduğumda, “Türkiye'nin PKK ile bir barış süreci içine oturması her şeyi halleder’’ diye cevaplıyorlar.  Türkiye barışçıl demokratik bir şekilde kendi Kürt meselesini hallettikten sonra zaten bölgeye bakışı da değişir. PKK diye bir mesele ortadan kalkar. Ortada sadece bir siyasi süreç kalır. Bütün bunlara baktığımızda, 2014'te Türkiye’de hâlâ barış sürecin kırıntıları bile devam ediyordu, yani 2013-2014’te hâlâ devam eden bir süreç vardı. Obama o dönemde YPG'ye desteğe başladı. Birlikte kitap yazdığımız Phil Gordon’dan biliyorum -ki o zaman Obama'nın Ortadoğu direktörüydü- Beyaz Saray'da Obama'ya “Eğer biz YPG'ye bu lojistik desteği verirsek, Türkiye İncirlik’i kapar, kullanamaz hale getirir” demişler. Obama da “Türkiye, PKK ve Abdullah Öcalan'la konuşuyor. Ben Erdoğan'la konuşup bu meseleyi hallederim, onlara neden bunu yaptığımızı anlatırım” demiş. Obama, ‘’PKK ile konuşan bir Türkiye varken, bize ‘Siz YPG ile hiç konuşmayın, iş yapmayın’ diyebilir mi?’’ mantığıyla hareket etmiş. Çünkü o dönemde Türkiye'nin yaptığı bir iş vardı. Bunlar önemli.
Türkiye'nin içinde bir barış süreci varsa, bu, Amerika'nın hareket alanını da rahatlatıyor. Şu anda Eğer Türkiye'de bir barış süreci başlarsa, Amerika'nın oradan çıkması da kolaylaşır. Bence bunları doğru olarak, MİT’te İbrahim Kalın, Hakan Fidan gibi stratejik zekâsı olan beyinler düşündüler ve ‘’Abdullah Öcalan'ı ölmeden, son kullanma tarihi geçmeden hapisten çıkaralım’’ dediler. Yaşlanan bir Abdullah Öcalan var artık, 25 yıldır hapiste. Hareketin gözünde bu kadar da prestiji olan birisi. Bu hareket, onu hâlâ onursal lideri olarak görüyor. ‘’Adam ölmeden kullanabildiğimiz kadar kullanalım, bu adamı konuşturalım, ‘Silahları indirin’ desin. Kendisi zaten dışarı çıkmak için can atıyor.’’ Bunlar son derece akıllı hamleler.
Ben şu anda sürece bu gözle bakmaya başladım ve bu gözle bakınca şunu da anlıyorum: Neden bugün Sırrı Süreyya veya DEM Parti ‘’2015'e göre daha ümitliyiz’’ diyebiliyor? Çünkü Rojava 2014-2015'te en büyük sorundu, bugün en büyük fırsat haline gelmiş durumda. Suriye en büyük fırsat haline gelmiş durumda. O nedenle de içlerinde bir ümit var. Bir de, bu hareket uzun bir çölden geçti. 2015'ten 2025'te kadar Türkiye demokrasisi dibe vurdu. O kadar dibe vurduk ki, Türkiye'de darbe olayı yaşandı, neredeyse totalitere yaklaşan bir basın ortamı gelişti. Türkiye'nin siyasi özgürlükleri ve demokrasisi o kadar dibe vurdu ki bugün şu parıltı, şu küçük ümit, insanlara müthiş bir şeymiş gibi geliyor. O yüzden tabii ki daha ümitliler. Bir de bütün bunlara, basireti bağlanmış, siyaset üretemeyen bir CHP'yi ekleyelim. CHP şu süreç içinde son 6 aydır olumlu bir laf edebildi mi? Kendisi belediye seçimlerini kazandı, birinci parti oldu ama çıkıp Kürtler meselesinde bir adım atabildi mi? Bütün inisiyatifi hükümet alıyor, CHP de pozisyon belirlemeye çalışıyor. Şu sürecin alternatifi nedir? Ben Kürtlere “Niye inanıyorsunuz, Erdoğan bu sefer bunu niye yapsın?” diye kızıyordum. Ama şu anda o konuda da fikrimi değiştirdim. Ben DEM Parti’nin yerinde olsam “Erdoğan'la çalışmayacağız, Bahçeli ile çalışmayacağız da bunların alternatifi ne? CHP ile mi çalışacağız?” diye sorarım.

Ruşen Çakır: Ömer, seni çok değişmiş gördüm. Onun için seninle konuşurken biraz ürkeğim. O kadar büyük bir mahalle baskısı var ki, ben, Bahçeli bu işi başlattığından beri, ürkek ürkek dış olayların daha güçlü olduğunu ve olayın sadece Erdoğan'ı seçtirmekten ibaret olmayacağını düşündüm. Ama hakikaten bunu söyleyebilmek biraz zordu. Ben Devlet Bahçeli’yi yıllardır bildiğimi sanıyorum. Onun böyle bir çıkışı yapmış olması, hiç öyle rastgele yapılmış, kandırmaca değil. Bir kere yapar, ki kere yapar. Bahçeli dün de konuştu, dün de aynı vurguları yaptı. Tabii ki bu süreçten çözüm çıkacak anlamına gelmiyor. Ama senin de demin söylediğin gibi Pervin Buldan'ın, Sırrı Süreyya Önder'in “Bu sefer daha umutluyuz” derken neyi kastettikleri daha iyi anlaşılıyor. Tabii ki birileri de bunu baltalamaya çalışacak.
Ömer Taşpınar: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Hatırla, zamanında Oslo Süreci’ni Fethullahçılar ifşa etmişti.
Ömer Taşpınar: Evet. Şu anda silah bırakmak istemeyen, PKK olabilir. Devletin içinde savaşın devam etmesinden, bir şekilde bu meselenin devam etmesinden nemalanacak unsurlar olabilir. Yol kazaları olacaktır. Senin Mümtaz’er Türköne ile yaptığın yayını da dinledim. O da “Yol kazaları olabilir” diyor. Ama şu anda gidişat stratejik olarak belli. Burada bir karar alınmış durumda. Bu, Erdoğan açısından baktığında kendi iktidarını ebedileştirmek için de büyük bir fırsat. Kürtlerle barışmak ve DEM Parti’yi arkasına almak demek, sonuçta Anayasa’yı değiştirip bir şekilde tekrar aday olmak demek. Ben geçen programlarda da bunu söylüyordum, o konuda fikrimi hiç değiştirmedim; burada CHP'nin aktif bir siyaset izlemesi gerekiyor. Karşılığında ne alıyoruz? Abdullah Öcalan'ın çıkması karşılığında Türkiye'nin demokratik kazanımları nedir? Selahattin Demirtaş çıkacak, tamam, tabii ki Abdullah Öcalan'dan sonra onun da çıkması lazım. Ama Osman Kavala meselesi, Türkiye'nin siyasi suçluları ve düşünce özgürlüğü konuları ne olacak? Bu bir demokratikleşme sürecidir. Demokrasi sadece Kürtlere yarayacak diye bir şey yok. Türk halkı bunun neresinde, biz bunun neresindeyiz? Bununla ilgili taleplerinden ön perdeden bahsetmeli, burada bir öncülük göstermeli. Bir stratejik vizyon ortaya koymalı. Şu anda ‘’CHP'nin dış politikası nasıl olmalı?’’ diye düşündüğümde, aklıma bir sürü şey geliyor. Mesela Avrupa Birliği'ni tekrar masaya oturtmak. Ukrayna 2040’ta Avrupa Birliği üyesi olabilir. “Biz de o masada olacağız, biz de Ukrayna ile beraber gireceğiz” diyen bir CHP ortada niye yok? Niye Avrupa Birliği'ni önemsemiyor?

Ruşen Çakır: Sen akademisyensin, senin durumun farklı. Ben geçenlerde bir yayında da söyledim: CHP’lilere “Ne diyorsunuz” diye soruyorsun, ‘’Ne diyelim” diyorlar. Ben ne bileyim kardeşim, siyaset yapan sizsiniz.
Ömer Taşpınar: Bu trajik bir durum. Bu partide bir sürü büyükelçi, akademisyen var. Tamam, anlıyorum, partinin bir ulusalcı, bir Anti Kürt damarı da var ama sonuçta bu parti bir sosyal demokrat, demokratik Batılılaşma isteyen bir parti ise, önümüzde bir fırsat var. Hep normalleşmeden bahsediyorlar. İşte burada ‘’biz normalleşmeden bunu anlıyoruz, normalleşen bir Türkiye gerekiyor, normalleşen Türkiye demokratikleşen bir Türkiye’dir” niye diyemiyorlar? Bunları ben beş dakikada aklıma getirmişken, niye kâğıt üzerinde söyleyemiyorlar?

Ruşen Çakır: Tamam, CHP'yi çok dövdük. Çok sağ ol Ömer, bayağı güzel bir yayın oldu. Ama şunu sormadan edemeyeceğim: İsrail hükümetinin görevlendirdiği Nagel Komitesi ‘’İsrail, Türkiye ile olası bir savaşa hazırlanmalı’’ diye bir rapor yazmış, gördün mü?
Ömer Taşpınar: Onu duydum ama detaylı olarak bakamadım. Fakat İsrail düşünce dünyasında da çok radikal isimler var, özellikle kabinedeki şahin kesime yakın olabilecek tipte insanlar var. “Eğer Suriye'de Golan nedeniyle tekrar bir savaş başlarsa, İsrail, önümüzdeki 10 yıl içinde Suriye'ye saldırmaya karar verirse, Suriye'yi kim koruyacak, Suriye'nin garantörleri kim olacak? Bu, Türkiye ile İsrail'in kafa kafaya geldiği bir dönem olabilir” deniyor. Zaten bu iki ülke Hamas nedeniyle 2010'da Mavi Marmara'da kafa kafaya gelmedi mi? Bu senaryolardan yola çıkarak ‘’iki ülke savaşabilir’’ diye yazmaları, düşünce egzersizleri olabilir. Bunları çok fazla sansasyonel hâle getirmemek lazım.

Ruşen Çakır: Ömer, çok sağ ol. Çok güzel bir yayın oldu. Tekrar iyi yıllar. Gönül’e de buradan selam söyleyelim. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. Bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
09.01.2025 Hatem Ete ile söyleşi: Türkiye seçimlere en erken ne zaman gider?
08.01.2025 Transatlantik: Yeni çözüm süreci tartışmalarının neresindeyiz? | Suriye'de HTŞ yönetiminde bir ay
07.01.2025 Arap dünyası yeni Suriye'ye nasıl bakıyor? Yusuf el Şerif ile söyleşi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı